Özgürlüğün Işığında Direniş!
Biz marşı ‘’Korkma!’’ diye başlayan "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!" diyen bir milletiz. Yüzyıllardır özgürlüğü ve adaleti savunmuş, karanlık dönemlerden aydınlığa çıkmayı başarmış bir halkız. Yıkık dökük bir imparatorluktan cumhuriyet devleti kurmuş Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın torunlarıyız. Bağımsızlığı her ilkenin üzerinde tutan atamızın açtığı yoldan devam etmek mecburiyetindeyiz. Ülkemizin şu an içine düştüğü ahval şeraitleri çözme mecburiyetindeyiz. Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak Atamız Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın en büyük hedefi olmuştur. Bu da öncelikle özgürlükle olur. Evvela basın yayın özgürlüğüyle…
Bir toplumun kalbi, özgürce düşüncelerini ifade edebilen bireylerin varlığında atar. Medya özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü, bu kalbin atışlarını düzenleyen, zihinsel ve toplumsal sağlığı sağlayan temel damarlar gibidir. Ancak ne yazık ki, bu damarlar bugün her zamankinden daha fazla tıkanıyor; halkın sesi, korku, sansür ve tekelleşme duvarlarıyla bastırılıyor. Peki, sesler susturulduğunda, geriye ne kalır? Sadece toplumun değil, insanlığın geleceği kararmış olur. Güzel günler hep hayal kalır.
Direnişle vatan kurma hayalinde olan Kuvâ-yi Milliye'nin silahlarını toplamaktan ne farkı vardır bir gazetecinin fikir özgürlüğünü elinden almak. Haberini özgürce yapamayan bir gazeteci nasıl bilgilendirebilir ki halkı? Medya, bir toplumun her şeyidir. Medya, toplumun gözleri, kulakları ve vicdanıdır. Susmak zorunda kalanların sesidir. Mağdurun sesidir. Her gün akıp giden olayların, duvarlar arkasındaki karanlıkların, bilinmeyenlerin aydınlığa çıkmasını sağlayan bir ışık kaynağıdır. Ama bu ışık, karanlık güçlerin korkusuyla söndürülürse, o zaman halk yalnızca cehaletle yıkanmış, bilgiden mahrum bir dünyada yaşar. Medya üzerindeki denetimi arttırarak gerçeği değiştirme gücüne sahip olunduğunda, toplumu gerçeklikten koparmak için her türlü araç kullanılabilir. Yalanlar, doğruyu bastırarak yayıldığında, halk doğruyu aramaktan vazgeçer ve bu suskunluk, bir toplumun en büyük felaketi haline gelir.
Medyanın tekelleşmesi ve düşünce özgürlüğünün kısıtlanması, halkı bilgiye aç bir şekilde bırakır. İnsanların, doğruyu bulmak için ellerinde sadece yalanlarla şekillendirilmiş bir dünya kalır. Bu durum, ne bir halkın özgür iradesinin yansımasıdır, ne de bir demokrasinin sağlıklı işlediği bir ortam. Bir medya, hükümetin ya da egemen güçlerin kontrolüne girdiğinde, halkın düşünme biçimi de o kontrolün pençesine düşer. Bu baskılar, her türlü eleştiriyi, her türlü karşıt görüşü ortadan kaldırmak için var gücüyle çalışır. Ve bir toplumda farklı fikirlerin varlığı yok olduğunda, o toplum sadece "tek doğru" nun etrafında döner. Peki, o zaman geriye ne kalır? Gerçek mi, yoksa sadece dayatılan gerçeklik mi?
Medyanın ve düşüncenin özgürlüğü, bir halkın özüdür. Bu özgürlükler yok olduğunda, toplumlar birer mekanizmaya dönüşür; bireyler, devinimsiz, renksiz bir dünyada sadece var olurlar. Özgür düşünce ve medya, demokrasilerin nefesidir. Bunlar yok olduğunda, toplumlar karanlık bir labirente düşer. Hiçbir yön, hiçbir fikir, hiçbir ses ayırt edilemez hale gelir. O zaman o toplumun özgürlüğünden geriye kalan yalnızca bir illüzyondur. İnsanlar, doğruyu değil, sadece kendi ceplerine yerleştirilen doğruyu kabul eder. Gerçekten yaşamazlar; onlara yalnızca yaşadıkları söylenir. Türkiye, bundan çok daha fazlasını hak ediyor. Türk toplumu, var olduğu süreçte daima kendini ileriye taşımayı hak eden ve özgürlüğüyle destanlar yazmış bir toplumdur. Türkler yeri geldiğinde özgürlüğü için kavimler göçüne neden olmuş bir millettir. Özgürlüğümüz için savaşmalıyız her zaman çünkü böyle devraldık atalarımızdan. Özgürlüğümüz için toprak altına girmiş dedelerimize ihanet etme hakkımız yoktur. Direniş ve hak arama; sokağa dökülerek, gürültüyle, topla tüfekle olmaz. Söz silahtır çoğu zaman, kanun kalkan. Hukukla arayabiliriz hakkımızı, hukukla koruyabiliriz özgürlüğümüzü. Susmamalıyız.
Sağlıcakla Kalın.